Gül, Erdoğan sonrasına yumuşak geçiş için bir ara dönem adayı mı?

Türkiye normal işleyen bir demokrasi olsaydı bugün Abdullah Gül’ün Millet İttifakı’nın ortak adayı olup olmayacağına dair bir soru gündeme bile gelmezdi. Gül’ün ancak Erdoğan’dan sonra AKP genel başkanı adayları arasında olup olmayacağı meselesi konuşuluyor olurdu. Başlıbaşına bu sorunun gündeme geliyor olması bile bize çok şey söylemektedir.

Bunu anlatabilmek için öncelikle, pek çok siyasi yorumcunun yaptığı kolaycılığa kaçarak, biz de bir an için Türkiye’nin bir otokrasi değil demokrasi olduğunu farz ederek durumun fotoğrafını çekmeye çalışalım. Muhalif saflarda kazanma ihtimali yüksek olan, merkez seçmene de hitap edebilecek yapıda üç aday bulunduğunu görüyoruz. Nitekim muhalefetin belli başlı üç bloktan oluşması da bu çerçevede tesadüf değil… Seküler cenahı temsil eden CHP’liler için Ekrem İmamoğlu, milliyetçileri temsil eden İYİ Parti için Mansur Yavaş, muhafazakar sağ/İslamcıları temsil eden Deva/Gelecek/Saadet partileri için ise Abdullah Gül.

Her adayın güçlü ve zayıf tarafları var. İmamoğlu ne kadar merkeze hitap ederse etsin nihayetinde CHP’nin adayı olacağından ve seçimde parlamenter sistemdeki gibi belki bir koalisyona liderlik edecek başbakan değil, neredeyse diktatöryel yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı seçileceğinden, muhafazakar sağ seçmenin kendisine şüpheyle bakması, onun kazanması halinde devleti “kaybedecekleri” endişesine kapılmaları olasıdır.

Yavaş’ın aday olması halinde ise onun ülkücü geçmişi ve partisinin HDP’yle arasına koymaya çalıştığı mesafeyi bilen Erdoğan’ın seçim sathı mailine girildiğine Kürt meselesini iyice kaşıyacağını, Yavaş’ın bütün ülkücü reflekslerinin ortaya serileceği, bu nedenle nihai tahlilde Kürtler’den oy almayı pek başaramayacağı tahmin edilebilir.

Gül’ün ise değişim bekleyen, Erdoğan rejiminin aşırılıklarından bezmiş ve siyasal İslam’a kızgın, bir bölümüyle ciddi bir rövanşizm arzusu içerisinde olan CHP tabanı tarafından kabullenilmesi hiç kolay değil.

Şimdi bu fotoğrafa baktığımızda Gül’ü diğer adaylardan fazlaca öne çıkaran özellikleri olduğunu iddia edebilmek biraz zordur. Onun da diğerleri gibi ikna etmekte ciddi zorluk yaşayacağı büyük bir muhalif kesim bulunmaktadır.

ÖNÜMÜZDE YENİ BİR 7 HAZİRAN SÜRECİ OLABİLİR

Tabiatıyla bu analiz Türkiye’de normal bir genel seçim düzenleneceği varsayımına dayanmaktadır. Oysa Türkiye demokrasi olarak anılma vasfını kaybedeli çok olmuştur ve bugün açık bir otokrasi olduğu neredeyse tüm bağımsız gözlemciler tarafından teslim edilmektedir.

Otokrasilerde değişimler demokrasilerde olduğu gibi seçimle, yumuşak bir geçişle ve sancısız gerçekleşmezler. Muhalefetin “ağır toplarının” bu gerçeğin farkında olduklarını ve daha gerçekçi bir bakış açısıyla önlerinde Erdoğan’ın yenileceğini anladığı anda masayı devirmekten çekinmeyeceği belirsiz ve zorlu bir sürecin olduğunu görebildiklerini sanıyorum. Türkiye’nin “ekonomik kurtuluş savaşı” yürüttüğü iddiasıyla Milli Güvenlik Kurulu kararları çıkarması bu tür bir yaklaşımın altyapısını hazırlamak içindir. Keza Erdoğan’ın hafta sonu Siirt mitinginde bombalı bir suikast atlattığına dair haberler ve anketlerde yüzde 5-6 oranına çıkarak ilk kez ciddi bir kıpırdanma gösteren Deva Partisi’ne yönelik bir operasyonun ilk hamlesi olarak Metin Gürcan’ın “casusluk” suçlamasıyla tutuklanması bunun ilk işaretleridir. Bunlar bize 7 Haziran – 30 Kasım 2015 arasındakine benzer bir sürece hazırlık yapıldığı hissini vermektedir.

Meseleye bu perspektiften baktığınızda, yani Türkiye’nin bir otokrasi olduğunu kabul ederek siyasi manzarayı anlamaya çalıştığınızda yumuşak bir geçişi temin edebilme potansiyeli olan bir kişilik olarak Gül üzerinde duruluyor olabileceği ihtimali belirmektedir.

MİLLET İTTİFAKININ ADAYI BELİRSİZLİĞİNİ KORUYOR

Kılıçdaroğlu’nun geçen ay başında İmamoğlu ve Yavaş gibi iki kritik ismin olası adaylıklarına, belediye meclislerinde muhalefetin çoğunluğa sahip olmadığı için yerlerine gelecek kişileri seçemeyecekleri endişesini gerekçe göstererek karşı çıktığını açıklaması dikkat çekicidir. Keza Akşener’in daha işin başında “asıl başbakanlığa aday olduğunu” ilan ederek kenara çekilmesi, cumhurbaşkanı adayının belirlenmesine yönelik bir stratejinin zaten belirlenmiş olduğu, muhtemel adaya ilişkin bazı müzakerelerin Akşener’in bu kararı almasını sağlayacak denli olgunlaştırılmış olduğu hissini vermektedir.

Akşener’in İstanbul’da bir açılışta söylediği sözleri de şahsen ben İmamoğlu’nu muhtemel bir aday olarak görmesiyle değil, daha önce Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu tavrı destekleyen bir çıkış olarak gördüm. Akşener şöyle dedi: ‘Bu çalışma performansınızın devamını dilerim ki Cumhurbaşkanlığı seçiminde lazım. Sizler çalışırsanız, İstanbulluya, diğer şehirlerde hizmet ederseniz işte o rekabeti biz hizmet üzerinden yaparız. Ve 13. cumhurbaşkanını Millet İttifakı seçtirmiş olur.” Yani İmamoğlu belediye başkanı olarak başarılı hizmetlerini sürdürmek suretiyle cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kazanılmasına katkıda bulunacaktır. Bugüne kadar Kılıçdaroğlu’nun da kendisinin aday olacağına dair herhangi bir beyanat vermediğini görüyoruz. Açıkçası Kılıçdaroğlu’nun aday olarak Erdoğan’ın işini kolaylaştırmayacağını sanıyorum.

Bana öyle geliyor ki, muhalefetin “karar alıcı liderliği” şunun farkında: Ülke tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birinin yıpratıcı etkisi altında seçime gidecek Erdoğan’ın kaybetme ihtimalinin yükseldiğini gördüğü anda, buna “masayı devirerek” tepki göstermesi oldukça muhtemeldir. Yani muhalefet, Türkiye’de iktidarın artık seçimle değişme ihtimalinin çok zor olduğunu görebiliyorlar.

Son belediye seçimleri hem seçmen tepkileri açısından, hem de Erdoğan’ın yenilgiye vereceği tepkiler bakımından öğretici değildir. Daha önce yazdığım gibi o seçim gecesi Erdoğan ile ulusalcı müttefikleri arasında bir kırılma yaşandı ve artık Erdoğan onlara dayanmadan işlerini götürmesi gerektiğini öğrendi. O günden bugüne Yüksek Seçim Kurulu ve genel olarak yargı üzerindeki hakimiyetini de iyice pekiştirdi.

ERDOĞAN’IN “MASAYI DEVİRMESİNİ” ENGELLEYEBİLMEK ARTIK KOLAY DEĞİL

Erdoğan masayı devirebilmek için toplumda kutuplaşmayı iyice arttıracak, iyice sağa çekmiş olduğu tabanı adeta güçlü bir sarkaç gibi kütle olarak karşı tarafa savuracaktır. Erdoğan’ın böyle bir oyunu oynayabilmesini imkansız hale getirebilmek için, yine sembolik anlatımımızı devam ettirirsek, bu kütlenin hem bu şekilde harekete geçirilmesini zorlaştıracak, hem de adeta bir tampon vazifesi görerek çarpışmanın masayı devirici etkide bulunmasını engelleyecek bir aday arayışı varsa, Gül’ün böyle bir rolü oynamaya istekli olması halinde bu profile uyduğunu ifade etmek mümkündür. Bu itibarla Gül’ün bir yumuşak geçiş formülü olarak gündemde tutuluyor olma olasılığı düşük değildir.

“İstekli olması halinde” dedim, çünkü şahsen Gül’ün siyasi hedefinin başından itibaren muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı olmak yerine Erdoğan sonrasında muhafazakar sağ tabanın liderliğine geçmek olduğunu düşünüyorum. Erdoğan’dan hazzetmediği, başından itibaren pek çok konuda anlaşmazlık yaşadığı halde, Erdoğan’ın AKP tabanını kendisine karşı düşmanlaştırmasından endişe ederek, aşırı ihtiyatlı ve sabırlı bir strateji izlemeyi uygun buldu ve Erdoğan’a karşı muhalefetini fazla ortaya dökmemeye dikkat etti. Erdoğan cumhurbaşkanı olurken kendisi AKP Genel Başkanlığına geçmenin hesaplarını yapıyordu. Ama Erdoğan, Davutoğlu’yla işbirliği halinde buna müsaade etmedi.

Gül bu tavrını şimdi değiştirir mi? Erdoğan’ın ülkeyi ekonomik felakete götürdüğü, dış politikada yalnızlaştırdığı, Batı’yla ilişkilerde tam bir çıkmaza düşürdüğü böyle bir dönemde Gül bugüne kadar AKP tabanını karşısına almama konusunda gösterdiği hassasiyetin semerelerini toplamaya teşebbüs edebilir. Yani AKP tabanına “Biliyorsunuz, ben bugüne kadar ‘kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışıyla açıktan bir muhalefetten kaçındım. Ama görüyorsunuz ki ülke ne hale geldi. Benim Erdoğan’a yönelik çekincelerimde haklı olduğum anlaşılmış olmalı.” diyerek ortaya çıkabilir.

2018’deki seçimler öncesinde Gül’ün CHP ve Saadet’in girişimiyle adaylığa yeşil ışık yaktığı, fakat o zaman Akşener’in bunu kabul etmediğini biliyoruz. Yani hem muhalefetin, hem Gül’ün daha önce de bu tür bir formül üzerinde durmuş olmaları böyle bir ihtimalin yabana atılmaması gerektiğini gösteriyor. Eğer bu şüpheler doğruysa, yani Gül muhalefet tarafından, CHP tabanının göstereceği tüm tepki bilindiği halde ısrarla masada tutulmaya devam ediliyorsa, bunun nedenini muhalefetin Erdoğan karşısında hissettiği çaresizlik ve yapabileceklerinden duyduğu endişeyle ilişkilendirmek gerekir.

GÜL’ÜN ÖN ŞART İLERİ SÜRMEDEN SAHAYA İNMESİ GEREKİR

Ülkede merkez siyasetin çökmüş olduğu ve Erdoğan’ın siyasetin ağırlık merkezini epey sağa kaydırdığı gerçeği dikkate alındığında, merkez sağda Erdoğan sonrası yumuşak bir geçişe önderlik edebilecek güçte tek lider olarak Gül kalmış gözükmektedir. Fakat bu formülün başarıya ulaşabilmesi için Gül’ün sahaya inerek bir rüzgar estirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Gül’ün adaylığının hem sağdan arzulanan oranda oy çekmeyi başaramaması, hem de muhalefetin bölünmesine yol açması tehlikesi vardır.

Deva Partisi’nin manevi lideri konumunda olduğu görülen Gül’ün CHP’nin desteğini almadan önce, belki sağ muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya çıkıp özellikle Babacan’ın partisinin daha ciddi bir canlanma göstermesini sağlaması, Erdoğan’a karşı muhalefetini yüksek sesle seslendirmesi, AKP genel başkanını frenleme girişimlerini anlatarak bunların neden başarısız olduğuna veya bu tür girişimlere neden herkesin bileceği şekilde açıktan girişmediğine ilişkin özeleştirilerde bulunması gerekmektedir.

Gül böyle bir çıkışla sağda kendi lehine bir rüzgar estirmeyi başarabilirse ve halihazırda altı muhalefet partisinin “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş mutabakatına” bağlılığı konusunda ikna edici adımlar atabilirse, belki sol cenahıyla birlikte muhalefet tabanı tarafından “demokrasiye” geçiş için bir ara dönem adayı olarak kabul görebilir. Gül’ün bu tür bir çıkıştan sarfınazar etmesi, sahaya inme şartı olarak önce aday gösterilmesini talep etmesi, sanırım, bırakın muhalefet tabanının kendisine destek verilmeye ikna edilmesini, AKP’nin özellikle son 6-7 yıllık dönemindeki fecaat performansı, Erdoğan’ın giderek otoriterleşmesi, ekonomik durumun bozulması nedeniyle kızgın merkez sağ muhaliflerin kafalarında kendisi hakkında doğmuş soru işaretlerini dağıtabilmesini bile imkansız hale getirecektir.

Gül’ün tarih karşısında mesuliyetini yerine getirmiş bir lider olarak anılmayı önemsiyor olması halinde, cumhurbaşkanlığına nihayetinde adaylığını koymayacak olsa bile bu tür bir çıkış yapması şarttır. Aksi takdirde özellikle cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde Erdoğan’ın bugünün yollarını döşeyen bazı adımlarına seyirci kaldığına dair ağır hükümlerden kendisini kurtaramayacaktır. Bugün yapacağı böyle bir çıkış, Erdoğan’a başından itibaren karşı olduğu, ama harekete geçmek için sonuç alabileceğini, başarılı olabileceğini hissettiği anı bulana kadar beklediği söyleminin inandırıcılığını arttıracaktır.

Artık Türkiye’nin önünde Erdoğan sonrasına yumuşak geçişi temin edecek ihtimalin kalmış olduğundan bahsedebilmek maalesef zordur. Fakat kendisine yönelik, bir bölümü oldukça haklı eleştirilere rağmen, Gül’ün Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara ve HDP’nin kapatılması girişimine verdiği tepkilerde gördüğümüz üzere hala merkez sağda kalmaya çalışması küçümsenmemelidir. Çünkü sağ taban üzerinde Gül’ün ne denli etkili olabildiğinin veya olabileceğinin farkında olan Erdoğan bu nedenle onu her zaman ciddi bir tehdit olarak görmektedir. Bu itibarla, ülkenin geçtiği oldukça vahim ve netametli şu tarihi süreçte her zamankinden çok daha fazla dikkatli bir siyasi tutum takınması gereken muhalif cenahın, Gül’e yönelik tepkilerini geliştirirken, hislerine mağlup düşmeden, aklı selimin gösterdiği doğrultuda, Erdoğan’ın işini kolaylaştırmayacak bir tavır geliştirmesinin akıllıca olacağını sanıyorum. Bu ise onu AKP lideriyle eşleştirmekten kaçınarak sahaya inmeye teşvik etmekle mümkündür.

(Ömer Murat, Dış Politika Uzmanı ve Eski Diplomat)

ViaDiplomacy Newsroom